YA DA AH Kİ “BU TAHTAYA O KARA SAKAL YAKIŞMIYOR”
İlhami Çiçek için ağır bir ağıt
Göğe ekilen bütün gencölenlere
Bazı ölümlere, gencölmelere dili dönmez insanın. Bazı ölümler karşısında bütün büyük büyük kelimeler kifayetsiz kalır! Gökyüzü de yeryüzü de ikisi arasında bir büyük yalnızlıkla bir büyük çığlık olarak kopan insan da lâl olur bu erken, bu gencölmelerle. Bazı ölümler ki… Ah! Öyle çok erkendir ki…
Öldüğünde kırk iki yaşında olan oğlu Şeyh Gâlib’i kolları arasına alarak bir tahtaya, teneşire babası Mustafa Reşîd Efendi’nin uzatırken dediği gibidir: “Ah oğul, bu tahtaya o kara sakal yakışmıyor!” Ölüm en çok bir genç insanda yadırganır, en çok bir gencin yüzüne yakışmaz ölüm. O kadar gençtir ki o kadar hayatının daha başında, o kadar daha baharındadır ki yadırganır o ölüm o gençliğe, o genç yüze.
Erken ölen genç giden bir şair ise arkasından kopan bir büyük “Ah”tır, arkasından bir büyük “Ah”tır dünyaya bize kalan şiirleri!
Böyle erken ölümlerin, gencölmelerin tarifsiz, tesellisiz acıları ile doludur Türk şiirinin yüreği. Kaan İnce, Arkadaş Zekai Özger, Nilgün Marmara, Didem Madak, Muzaffer Tayyip, Rüştü Onur, İlhami Çiçek…
Dünyaya ve geride kalanlara ince bir veda havasındaki ilk ve tek kitabı ile bir büyük “Ah” olan İlhami Çiçek için durdum “ve her şey bir kader iledir.” diyerek. Dostları, arkadaşları etrafına saygıyla sıralanıp toplanmış, o çok sevdiği bir büyük suskunluk içinde onların elleri arasından toprağa bir “Şiir sandığı” olarak dikkatlice, incitmeden konulurken İlhami Çiçek, bir evlad ile daha, bir kardeş ile daha, bir arkadaş ile daha, bir şair ile daha “Acının ağacından ‘toy bir yaprak’” sessizce düşmüş oluyordu toprağa!
Kimdir İlhami: 1954 Erzurum/Oltu doğumlu geçer kayıtlara. Kafkasya’dan Erzurum’a uzanan bir büyük ve zorlu bir göçün lirik bakışlı çocuğu. Heybesi ve hafızası arkalarında bir büyük geçmiş bırakmış çok kederli yaşlıların, bir büyük hüzünle anlattığı anılar, hikayeler, destanlar, menkıbeler dolu. Bu yaşlılar olur Çiçek’in ilk ustaları. Uzağına düştükleri kendi coğrafya ve baba topraklarının büyük keder ve gamı ile dolu bu yaşlıların, kederli ve gamlı ruhları mayalar Çiçek’in şair ruhunu.
Sahi Arif Ay, sorsam kimdir sahi senin için İlhami Çiçek:
“Yıl 1975. Palandöken’i ilk kez görüyorum; börkünü giymiş bir derviş heybetiyle karşımda”. “Yıl 1975. Her yer kar. İnsanı üşüten değil, ısıtan bir ‘Erzurum’ karı. İlhami Çiçek’i ilk kez görüyorum: Göğ ekin’lerden biri.”
Kimdir İlhami Çiçek: Bir “gamevinden” çıkıp bir şiir bahçesine yürüdü. Kol kola şiir ile, türkü ile, Türkçe ile.
Kimdir İlhami Çiçek: İçinden unutulmamış, içinden sökülememiş bir ağabeyin arkasından aynı odadan, aynı evden, aynı sokaktan ve aynı oyunlardan arkadaşı bir kardeşin cümleleri ile:
“Sadece şiire değil müziğe de çok ilgiliydi. Ağabeyimin sesi çok yanıktı, bazı türküleri çok güzel söylerdi. Mesela seferberlik türküsü olan ‘Göç göç oldu göçler yola dizildi’ türküsünü çok severdi ve çok güzel okurdu. Okul dışı vakitlerinde bekar evinde kitaplarıyla baş başa münzevi bir hayat sürerdi. Bir gün Gazali’nin dört yüz sayfalık Kimyayı Saadet adlı eserini akşam başlıyor okumaya, ertesi gün ışıyıncaya kadar, tam on yedi saatte bitiriyor.”
Kimdir İlhami Çiçek: İçinden unutulmamış, içinden sökülmemiş Edebiyat dergisinden bir yol, kader ve bir keder arkadaşı, bir “uzun bir yol ve şiirden” bir yol yoldaşı bir şairin arkasından, arkadaşı, dostu bir şairin, Arif Ay cümlesi ile:
“Hep suskun. Hepimizin genel özelliği bu: Suskunluk. Az konuşuyoruz ya, ‘öz’ oluyor konuştuklarımız. Çağ, insan, sanat-edebiyat oluyor konumuz hep.”
Ve bir dizesi ile: “ey atını uçurumlara süren çocuk / terkisinde taşıdığın rüzgârla /
acının ağacından “toy bir yaprak” düşürdün”
Kimdir İlhami Çiçek: “Satranç Dersleri”ni eline aldığı daha ilk anda, gelecekteki Türk şiiri sahasında onun ve şiirinin parıltısını, yerini çok doğru sezmiş ve anlamış Edebiyat dergisi editör ve şairi Nuri Pakdil’in çok kısa ama çok içli, çok derin, çok anlamlı konuşması ve iyi bir şairin arkasından bir büyük hayıflanması ile:
“Bugün bir şiir sandığı toprağa gömüyoruz.”
Kara sakallı kederli bir siyah beyaz fotoğrafa bakıyorum: Ah! Bir oğul bir evlad yaşında!
Kara sakallı kederli bir siyah beyaz fotoğrafa bakıyorum: Ah! Bir kardeş yaşında!
Kara sakallı kederli bir siyah beyaz fotoğrafa bakıyorum: Ah! Bir arkadaş yaşında!
Kara sakallı kederli bir siyah beyaz fotoğrafa bakıyorum: Ah! Bir en genç yaşında!
Kara sakallı kederli bir siyah beyaz fotoğrafa bakıyorum: Ah! Bir en çok şair yaşında!
Yüzü: hüznü öylece orta yerdedir
Yüzü: İçinde hep bir vezir sürekli mahzun Yüzü: Uzun uzun “lirik” günbatımlarını çağrıştırır
Yüzü: İçinden gelen devamlı bir suskunlukla dolu.
Yüzü: Nasıl da benim yüzüm, nasıl da benziyor aynı bir çocukluktan, aynı bir yoksulluktan, aynı bir çileler ve dertlerden, aynı bir hüzünden, aynı Doğu aynı bir kentten, Erzurum’dan Palandöken’den ve Tunceli’den, Ovacık’tan nasıl tanıdık, nasıl bildik yüzünün içindeki o büyük o derin suskunluk ve kırık dökük bir “az” gülümsemesi
Yüzü: En çok da, durup durup okuduğu “Göç göç oldu göçler yola düzüldü” türküsünün duygusu
Yüzü: Arif Ay ne kadar haklı derken: “Uçurumlarda açıp uçurumlarda solan çiçek”
Yüzü: “paramparça bölük pörçüktür şu kuytu kalabalıkta şu yalnızlıkta”
Ve (büyük ve geniş alnına alınyazısı) “her şey kaza ve kader mühründe kazılı”!
Şiirine bakıyorum: En genç çiçekler yaşında!
Şiirine bakıyorum: En genç ağaçlar yaşında!
Şiirine bakıyorum: En genç dağlar yaşında!
Şiirine bakıyorum: En genç yollar yaşında!
Şiirine bakıyorum: En genç nehirler yaşında!
Şiirine bakıyorum: En genç bağlar, bahçeler ve güller yaşında!
Şiirine bakıyorum: Bir yerzüyü ve en geniş gökyüzleri yaşında!
Şiirine bakıyorum: Şebçerağ söndü mü diye bir ses! İrkiliyorum birden.
Şiirine bakıyorum: Acılı bir genç şairin kalbinden kalbime dökülüyor dünyanın bütün hüzünleri!
Ve Ah Şiiri: “nicoldu onca oyuncu
oyarak
ette oyuk seyirmesinden
oyun kurarlardı
kaçıp
da süleymandan
kaf dağında otururdu
anka nicoldu” derken Karacaoğlan’dan çıkarak Dadaloğlu’ya varıp ordan Erzurumlu Emrah’a, Seyrani’ye ve Aşık Sümmani’ye gelip bağlanan bir büyük geleneğin erken olgunlaşmış en yaralı sesi, bir çağ hayıflanması ve yanı sıra büyük bir derd ile büyük bir gam ile dolu bir için üst üste iç çekmeler’dir!
Ve Ah Şairi: Oyun, yeniklik, tedirginlik, bezginlik ve kuşku üzerine kuruludur şiiri. Şiirini çağdaş kelime ve imgelerle kurar. Kuran sesi ile yazılmış gibi dizeler. Boşuna değil “Dersler” olması. Görmüş, sezmiş, anlamış birinin, görgü ile bilgi ile bilgelik ile söylediği dizeler. Kırık bir Karacaoğlan, kırık bir Dadaloğlu, kırık bir Erzurumlu Emrah, kırık bir Seyrani, kırık bir Aşık Sümmani vardır onda.
Ve Ah Şiiri: Arif Ay’ın bir büyük suskunluktan öz kardeşi, bir büyük suskunluktan dostu ve arkadaşı. Palandöken, Ankara’yı da, Erenköy’ü de Tokat’ı da kapsayan ve yeryüzüne yayılan bir tanışıklığın ilk durağı oluyor ikisi için de. Bu çok erken ölüm olmasa, belki değil, kuşku yok, Türk şiirini ve şairlerini dolanıp daha nice güzel, büyük şiirler ile gelip Arif Ay’ın büyük gür şiir ırmağının yanında, paralelinde, yan yana, birbirinden beslenerek, birbirini büyüterek, birbirini değiştirip derinleştirerek bir ikinci büyük gür ırmak olarak akacaktı.
Ve… Ve Ah Şiiri: Halk, Divan, Tekke: Bu üçün içinde açan çiçek! Bir omuzunda Halk geleneği, Halk görenekleri, Halk tavrı, bir omuzunda Divan terbiye, disiplin ve birikimi, gönlün kalbin Tekkesine doğru kelimeler ile doğru şiirler taşıdı. Derinindeki öz yine derinindeki bir köz ile yandı. Hem besledi hem beslendi buralardan.
Ve… Ve Ah Şairi: Ey aykırı, ey şair, ey İlhami Çiçek, satrançta bütün taşlar bittiğinde, yorgun bir at üzerinde kendi bedenini sürdün “acılardan yapılmış bir alanda” oynanan “dalgınların” oynuna. Issızlığın içine indirilmiş ey “şiir sandığı”, ey aykırı, ey şair, ey İlhami Çiçek, bildim ki asıl “şebçerağ” sendin, ve asıl “şebçerağ” asıl sen öldükten sonra söndü!
İlhami Çiçek Neyim mi Olur: Kırık bir Karacaoğlan, kırık bir Dadaloğlu, kırık bir Erzurumlu Emrah, kırık bir Seyrani, kırık bir Aşık Sümmani vardır onda. Hüznün mesnevisi bir ömre bir ilkyazdan koca bir güz yontmuş bir şairin kırılmış dökülmüş bir ömründen, kırılmış dökülmüş yarım bir ömrün arkasından bir ağır bir ağıdım olur.
İlhami Çiçek Neyim mi Olur: Gökyüzü ile yeryüzü arasında bir öksüzlükle uzun yankılanmış kalmış uzun bir Ah’tır ki o Ah’tan içimi burkan içimi dağlayan öksüz bir şiirim olur.
İlhami Çiçek Neyim mi Olur: Hanelerinde, büyük dedesinin yareni, arkadaşı Aşık Sümmani’nin ses ve türküleri yankılanmış. O hanede kalan Aşık Sümmani ses ve şiiri küçüklükten kulağına, fısıldanmış. Bir dönem ezberinde Aşık Sümmani şiirleri ile dolaşır olan İlhami Çiçek, torun Nusret Sümmanioğlu üzerinden de Aşık Sümmani’ye kirvedir. Şiire, kitaba ve türkülere aşırı düşkün! Halk şairlerinin görgü ve terbiyesi ile bu şiirlerin, bu türkülerin hüzün ve kederden elbisesini erken yaşta maharetle ince ruhuna giydirmiş bir İlhami’den bir çok narin bir çiçeğim olur.
İlhami Çiçek’in Neyinden mi Olurum: Şair Arif Ay ile son görüşmesi Mevki Hastanesinin bodrumunda. Ay’a “Bahçeye bile çıkartmıyorlar” şikayeti ve serzenişinden dışarlarda büyük teneffüsleri, deliler gibi geniş geniş soluklar almayı, deliler gibi hayata dokunmayı, çiçeklere, ağaçlara, gökyüzüne, toprağa uzun uzun bakmaları ve hasretini, iç burkan bir tonda, hırs ile değil his ile içimi parça parça ederek hissettirmiş şair ve şiir huyundan olurum.
İlhami Çiçek Neyim mi Olur: Bir pencerenin dibinde, üzerinde askeriyenin kahverengi battaniyesi altından alınarak bir “şiir sandığı” olarak konuldu toprağa. “Epeydir yüzü çizik çizik bir ‘satıh’” dediği bir yaşamdan bir oğul bir evlad yaşında, bir kardeş yaşında, bir arkadaş yaşında koparken şuramda, tam şuramda bir büyük ağrı, hiç dinmeyen bir en ince bir sızım olur.
İlhami Çiçek’in Neyinden mi Olurum: En çok sevdiği şairlerden, en çok sevdiği şiirlerden, en çok sevdiği türkülerden, Erzurum’dan bir görgü, bir tarz ve tavır ile gelmiştir şiiri ile. İlhami’yi İlhami Çiçek yapan bu görgü, bu tarz ve bu tavrından, söylemeyi en çok sevdiği bir seferberlik türküsünün canciğer parçalayan bir havasından ve o havaya çok yakışan bir İlhami ruh ikliminden ve İlhami Çiçek sesinden olurum.
İlhami Çiçek’in Neyi mi Olurum: “Geride katlana katlana gelen, bana eklenen, benim ona eklediğim bir birikim var” derken, bir büyük dün ile bir büyük geçmişten sökülüp ondan ona ondan ona bugüne aktarıla gelen bir büyük şiire ve ondan sonra da devam edip gidecek bir büyük şiir yol geleneğine işaret eder. Bir büyük şiir emanetini, bir büyük ciddiyet ve sorumluluk ile omuzlarında hakkı ile götürürken, bu bir büyük şiir birikiminden, bu bir büyük şiir duyarlılığından bir tanığı, şiirine, hayatına, kelimelerine iman etmiş namuslu bir şairin, şiirine, hayatına, kelimelerine inanmış doğru bir şahidi olurum.
Ali Asker Barut
Edebiyat Ortamı eylül-ekim 2018, sayı 64